Yeni Özgür Politika 05/03/2020
Faşist
terör tolere ediliyor
İçlerinde mülteciler, göçmenler, evsizler,
engelliler, antifaşistler ama aynı zamanda polisler ve CDUlu
politikacı Lübckenin de olduğu yaklaşık 200 insan, Almanyanın 1990daki birleşiminden bu yana
Naziler ve ırkçılar tarafından katledildi.
Açık olan şey şu ki; faşistler ya
tolere ediliyor ya da devletin bazı organlarının desteği
ile hareket edebiliyorlar. Alman hükümeti için faşist terör aynı
zamanda, polis ve gizli istihbaratı daha fazla güçlendirmek ve temel demokratik
hakları ortadan kaldırmak için bir perde görevi görüyor.
Net
olarak ortaya çıkan şey; kafayı yiyen bir kaç Rambonun kontrol
dışına çıkmış olması değildir. Bunun da
ötesinde, gizli istihbaratın ve askeriyenin bir kısmı
tarafından öncüleri kontrol edilen faşist gölge ordu planlı
kurulmuştur.
NICK BRAUNS
Hanaudaki
nargile kafelerde 9 göçmenin katledilmesi sağcı terör tehlikesini
tekrar gündeme oturttu. Bu katliamdan sadece bir hafta önce polisler birçok
Alman kentindeki camilere saldırı yaparak, iç savaşı
provoke etmeyi amaçlayan 12 kişilik faşist bir hücreyi
yakalamıştı. Geçen sene 9 Eylülde bir faşist, ev yapımı
silahla bir sinagoga ve dükkana saldırmış, iki insanı
katletmişti. Bundan önce de Haziran ayında, insancıl bir mülteci
politikası izlediği için faşistlerin hedefi haline gelmiş
olan CDUlu Kassel Bölge Valisi Walter Lübcke evinin önünde katledildi.
Devletin
güvenlik kurumları, Hanau katliamını yapan, hem kendisi hem de
annesini de öldüren kişiyi, hızlıca ruhsal bozukluğu olan
birisinin işlediği bireysel bir suç gibi sunmaya
çalıştı. O zaman sorulması gereken soru; neden ruh
sağlığı yerinde olmayan bir kişinin silah bulunma
ruhsatı var? Saldırganın, son zamanlarda egemen politika
tarafından kriminal aşiretlerin toplanma yeri diye damgalanan ve
hemen hemen her hafta bir polis operasyonuna uğrayan, göçmenlerin
yaşam alanlarından biri olan nargile kafelere
saldırısı tesadüf değildi. Hanau
katliamcısının manifestosu büyük çoğunlukla, AfD
milletvekilerinin devamlı olarak Alman parlamentosu ve eyalet
parlamentolarında dile getirdiği büyük değiş, tokuş,
yabancılaştırma ve Almanyanın islamlaştırılması
gibi deli saçması ırkçı iddiaların hafif abartılı
bir özeti gibiydi. Bu da açık olarak faşist bir kanadı olan
AfDnin, pratikte nasıl sağcı teröristlere yardakçılık
ettiğini göstermiş oldu.
Kırmızı
çizgi Thüringende aşıldı
Şimdiye
kadar AfD ile açık bir işbirliği diğer partiler tarafından
kırmızı çizgi olarak kabul ediliyordu ama bu
kırmızı çizgi Hanau katliamından sadece iki hafta önce,
Thüringende yapılan eyalet başkanlığı seçiminde
aşılmış oldu. Sadece Sol Partili Bodo Remelow tekrardan
eyalet başkanı olmasın diye, neoliberal parti FDPnin adayı
Thomas Kemmerich, sadece CDUnun değil büyük çoğunlukla AfDnin
oyları ile eyalet başkanı seçildi. Bu durum Almanya genelinde
bir tepkiye yol açtı. Birçok kente anti-faşistler sokaklara çıktı.
Daha önce Thüringen eyalet örgütleri tarafında bildirilmiş olan bu
manevra ile ilgili CDU yönetimi geri adım attı. Kemmerich sadece bir
gün sonra istifasını sundu. Basında büyük çoğunlukla bir
tabunun yıkılmasından bahsedildi. Fakat Kemmerichin
faşistlerin oylarıyla seçilmesi daha çok, CDU ve FDP içinde uzun
zamandır AfDyi de kapsayacak bir koalisyon hazırlığı
amaçlayan kanadın deneme balonuydu.
Aşırı
sağla omuz omuzalar
Şunu
unutmayalım: Sağcı parti, burjuva partileri olarak
adlandırılan partilerin tek yumurta ikizidir. AfDnin öncü
kadroları, onursal başkanları Alexander Gauland, yıllarca
CDU üyeleriydi. CDU-CSU, FDP ve AfDyi birbirine bağlayan temel öğe,
sol olan her şeyi hedef haline getiren anti-komünizmdir. Bu partiler
kendilerini özelikle özel sermayenin savunucuları olarak görüyorlar. Berlinde
SPD-Sol ve Yeşiller koalisyonunun yaptığı gibi kira
zamlarını engeleyen ya da sermaye sahiplerine biraz daha vergi
yükümlülüğünü getiren bir karar, hemen sosyalizme bir adım olarak
lanse ediliyor. Tarih gösterdi ki muhafazakarlar ve liberal güçler, belirsiz
durumda, hafif sol bir hükümettense, aşırı sağcı
partilerle omuz omuza vermeyi yeğlediler.
NPD neden
yasaklanmadı?
Bundan
dolayı da birkaç liberalin hatta solcunun Anayasaya Koruma Örgütünün ya
da hiç olmazsa AfDnin yasaklanması çağrısının bir getirisi
görünmüyor. Devletin, AfDde olduğu kadar olmasa da yıllarca eski ve
yeni Neonazilerin toplanma yeri olan Ulusal Demokratik Partiye (NPD)
yaklaşımına bakarsak bunu daha iyi anlarız. 2013te NPDnin
yasaklanması ile ilgili Karlsruhedeki Anayasa Mahkemesinde yürütülen
davanın düşürülmesinin nedeni, hakimin NPDye devlete yeterli
uzaklığı olmamak tanısı yapmasıydı.
Yargıcın bu tespitinin sebebi ise NPDnin her 6 yöneticisinden
birinin Alman iç istihbarat birimi Anayasa Koruma Örgütünün genel ya da yerel
ajanı olarak çalıştığı gerçeğinin ortaya
çıkmasıydı.
İstihbarat
destekli parti
Anayasa
Koruma Örgütünün parti içindeki ajanları ile sadece NPDnin
yasaklanmasını engellemekle kalmadı, aynı zamanda 1964te
kurulan bu partiyi on yıllar boyunca finansal ve eylemsel olarak
desteklemiş oldu. Bu adamlar öyle dışardan içeriye
sızdırılan ajanlar değildi, tam tersine bunlar, büyük
oranda kendi dava arkadaşlarının bilgisi ve onayı ile gizli
istihbarat ile hareket eden ve Anayasa Koruma Örgütü içinde kendileri gibi
düşünen yöneticileri tanıyan, tamamen inanmış
faşistlerdi.
AfD ile
ilgili durumun da farklı olduğuna inanmak saflık olur. Hali
hazırda zaten Anayasa Koruma Örgütünün önceki Başkanı Hans
Georg Maassen CDU üyeliğine rağmen, açık olarak AfDye olan sempatisini
gösterdi, onların öncü yöneticilerine tavsiyelerde bulundu.
AfD
faşist kitlenin parlamento ayağı
NPD birçok
üyesini ve daha önce sahip olduğu etkiyi kaybetmiş ve Die Rechte
(Sağ) ve Der III. Weg (Üçüncü yol) gibi diğer Nazi partileri
kitlesi olmayan sıkı kadro örgütleri haline gelmişken; hem hemen
hemen bütün eyalet meclislerinde hem de parlementoda temsil edilen AfD bugün bu
çok çeşitli faşist kitle hareketinin parlamento
ayağını oluşturuyor.
Bu çok
çeşitli faşist kitle hareketi, İslam düşmanlığı
yapan, son yıllarda birçok kentte Naziler ve futbol
holiganlarının ortaklaşa kurduğu, kendi deyimleri ile
Vatandaş Savunucuları PEGİDA-Hareketi Almanyanın
varlığını reddeden Reichsbürgerler (imparatorluk
vatandaşları) ve provakatif eylemlerle dikkat çekmeye
çalışan etnik kimlik hareketinden (Identitäre Bewegung)
oluşuyor. Son yılarda hapis cezası ile cezalandırılan,
Freital grubu ve Oldschool Society adlı faşist hücrenin üyelerine
karşı yürütülen kovuşturmaların da gösterdiği gibi
şiddete meyilli olan çevrenin, sağcı terör örgütüne geçişi
oldukça rahat oluyor.
Irkçı
saldırılar hep bireysel!
Şimdiye
kadar Almanya tarihinin en büyük saldırısı, 26 Kasım
1980de Münihte Ekim Şenliğine (Oktoberfest) Gundolf Köhler isimli
kişinin yaptığı bombalı saldırıydı.
Kendisiyle beraber 11 kişi öldü, bir kısmı ağır olmak
üzere 213 kişi yaralandı. Bu saldırıdan sadece iki gün
sonra dönemin Bayern İçişleri Bakanı Gerold Tandler (CSU)
çizgiyi belirlemişti, ona göre Köhlerin eylemi bireyseldi. Ki
sonrasında, mağdurların avukatları ve eleştirel
gazetecilere göre bombalı saldırıya yardım eden ve arka
planda duran kişileri işaret eden onca ipucu
araştırılmamış, tanıkların ifadeleri dikkate
alınmamıştı.
NATO
bağlantılı kuvvet
Kanıtların
kaybolmasını sağlayan, saldırıyı
kovuşturmadan sorumlu özel komisyonun nihai raporunda da aynı ifade
yer alıyordu. Çünkü Köhler özel silahlı kuvvet Wehrsportgruppe
Hoffmannın üyesiydi. Bu, iç savaş için askeri eğitim alan, 400
erkekten oluşan faşist askeri birlik, Bayernin CSUlu Eyalet
Başbakanı Franz Josef Strauss tarafından yıllarca
korunduktan sonra, 1980 yılında liberal Almanya İçişleri
Bakanı Gerhard Baum tarafından yasaklandı. Bu askeri spor
grubunun, bugün İtalyadaki ismi Gladio olarak bilinen, NATOnun
bünyesindeki ülkelerde sol örgütlenmeye karşı oluşturulan yasa
dışı Stay-Behind Ağının bir parçası
olduğu ile ilgili oldukça fazla kanıt var.
Faşistlerden
oluşan gölge ordular
Bütün Avrupa
NATO-devletlerinde, olası bir Sovyet saldırısında,
düşman çizgilerinin arkasına savaşı taşıyacak,
bunun gibi faşistlerden eğitilmiş gölge ordular mevcuttu. Fakat
olan şu ki, Stay-Behind yapıları birçok ülkede, solcu partileri
ortadan kaldırmak ve otoriter sağ hükümetleri iktidara getirmek için
içişlerine karışmaya başladılar. Türkiyede Genelkurmay
Başkanı Kenan Evren yönetimindeki Özel Harp Dairesi, ülkücülerin
saldırıları, 1977de Taksimde solculara yapılan katliam,
1978de Maraşta Alevilere karşı gerçekleştirilen katliam,
12 Eylül 1980 darbesine giden süreci hazırladı.
Gladio
imzalı saldırılar
Aynı
şekilde, güçlü bir komünist partinin bulunduğu İtalyada da
Gladio otoriter bir rejimin önünü açmak için gerginlik stratejisini
uyguladı. Gladionun Ağustos 1980de düzenleyip radikal solcu birine
mal ettiği Bologna garı bombalı saldırısında
85 insan hayatını kaybetti.
Oktoberfeste
yapılan saldırının da aynı şekilde, bir Gladio
saldırısı olduğuna dair birçok ipucu var. O dönem
Almanyada genel seçimler vardı ve CSU Parti Başkanı Franz Josef
Strauss CDU-CSU birliğinin Başbakan adayı olarak, Sosyalizm
yerine Özgürlük sloganı ile seçimlere katılıyordu. Münihte
yapılan başarısız bombalı saldırı
planlaması da, bu saldırıyı aşırı solcu
birine mal ederek, Straussu güçlü adam olarak direkt iktidara getirmeyi
öngörüyordu.
İşbirliğinin
itirafı
Franz Josef
Strauss Der SPIEGEL ile yapılan bir röportajda, açık olarak
faşist güçlerle nasıl bir ilişki içinde olduklarını
Ne kadar gerici de olsalar, ulusal güçlerden yararlanmak, yardıma gelen
ekiplere alınganlık yapmamak lazım diyerek,
tanımlamıştı. Alınganlık yapmamak burada iki
anlam taşıyor: Birincisi, mültecilerin ve göçmenlerin terörize
edilmesi gibi kirli işler faşist grublara ve ırkçı çetelere
bırakılırken, birlik partileri (CDU-CSU) de sonuç olarak
halkın endişelerini ele alabilecek ve devlet partisi olarak düzeni
sağlayabilecek. Öbür tarafta ise faşist güçler, yardımcı
birlik görevlerini yerine getirdiklerinde, onlara da alınganlık yapılmadı
en kötü durumda dağıtıldılar.
Mülteci ve
göçmenler terörize edildi
Bu politika
90ların başında, mültecilere ve göçmenlere bir kısmı
öldürücü de olan Hoyerswerda ve Rostock-Lichtenhagenda olduğu gibi gerçek
bir pogroma dönüşen saldırılarda tam olarak kendisini
hissettirdi. Bu linç Springer basını, birlik partilerinin ve SPDnin
de saflarındaki bazı politikacılar tarafından
Gemi doldu sloganları ile desteklendi. Sonuç olarak Birlik
(CDU-CSU), SPD ve FDPden oluşan büyük koalisyon, kendilerinin daha önce
kurulmasında yardım ettikleri sokağın baskısına
boyun eğdiler ve 1993te temel mülteci haklarını büyük oranda
kısan mülteci anlaşmasını onayladılar. Görevlerini
yerine getirdikten sonra, Özgürlükçü Alman İşçi Partisi (FAP) gibi
bazı militan Nazi örgütleri yasaklandı.
İstihbarat
destekli Nazi ocakları
O dönemde
toplumda büyük bir güvensizlik hakimdi, özelikle de duvarın
yıkılması ile beraber Almanyaya dahil olan yeni eyaletlerde
fabrikaların özelleştirilmesi ve kapatılması yoluyla
uygulanan karşı devrim ile işlerini kaybeden insanlarda. DDRin
başarısız olması ile ilk defa sol idealler gözden
düşünce, var olan memnuniyetsizlik kitleleri sağa yönlendirdi.
Bununla sadece uzun süre kendi kendine yürüyemeyen yaşlıların
partisi olan NPD, ulusal devrimci hareket partisi olarak ikinci
baharını yaşamadı. Aynı zamanda, gizli
istihbaratın da pratik desteğiyle birçok partiden
bağımsız Nazi ocakları oluştu. Bu ocaklardan biri de
Thüringendeki Heimatschutz (Memleket Savunması) oldu. 100 kişiden
oluşan bu Nazi birliği sadece Anayasa Koruma Örgütünün bir ajanı
tarafından kurulup yönetilmedi aynı zamanda farklı istihbarat
örgütlerinin ajanlarının da bulunduğu bir hareketti.
NSU içinde
devlet ne kadar var?
Thüringendeki
Heimatschutz örgütünde, daha sonraki Nasyonal Sosyalist Yeraltı örgütünün
(NSU) çekirdek kadrosu Beate Zschäpe, Uwe Bönhard ve Uwe Mundlos da yer
alıyordu. NSU şimdiye kadarki bilgilere göre
9 Kürt-Türk ve Yunan göçmen ile 1 polisi öldürdü. NSU, göçmenlere yapılan
iki bombalı saldırı ve birçok banka soygunundan sorumluydu. Üç
NSU üyesinin garajında bomba bulunmasından sonra yer altına
indiklerinde de onlarla irtibat içinde olan birçok ajan vardı. Hessende
sağcı söylemlerinden dolayı küçük Hitler olarak tanınan
Anayasa Koruma Örgütü ajanı ve ajan öncüsü, NSU örgütü Halit Yozgatı
Kasseldeki bir internet kafede öldürdüğünde olay yerindeydi. Ajan
kurşun sesi duymadığını iddia etti. NSU ortaya
çıkınca, gizli istihbarat hızlıca
kayıtlarını ortadan kaldırmaya başladı. Hessendeki
NSU dosyaları- eğer hala varlarsa- 10 yıldan fazladır
kapalı tutuluyor. Soruşturma ve Beate Zschäpeye karşı
yürütlen davaya rağmen asıl soru hala cevaplanmadı; NSUnun
içinde devlet ne kadar var?
200
kişilik çekirdek kadro
Resmi olarak
Stay-Behind-yapıları soğuk savaştan sonra, 90ların
başında dağıtıldılar. Sorun şu ki, Almanyada
hiçbir zaman İtalyada olduğu gibi Gladio aktiviteleri ile ilgili ne
hukuksal ne de parlementer bir süreç işletilmedi. Son yıllarda yeni
isimler altında ve başka bir formatta, öncülüğünü Alman ordunun
eski ve şuanki özel biriminde yer alan kişilerin öncülük ettiği
sanılan, tekrardan böyle gölge ordular türedi.
Kasım
2018de muhafazakar Focus dergisi Almanyada, eski ve yeni ordu mensubu
yaklaşık 200 kişilik komplocu bir grubun eğitildiğini
yazdı. Kamuoyu bu 200 çekirdek kadronun da çok ötesine giden çevreden,
farklı sağcı terörist hücrelerine karşı yürütülen
soruşturmalar sonucunda haberdar oldu.
Uniterin
kurucusu MAD ajanı
Dışarıdan
bakınca hiç de dikkat çekmeyen, resmiyette ordunun özel biriminin eski
üyeleri, polisler ve gizli istihbarat üyelerine asker olarak
danışmanlık yapan, onları mesleki amaçla yönlendiren
Uniter ismindeki bir dernek, asker olmayanlara da savaş eğitimi
vermeye başladı. Yaklaşık 2000 üyesi olan Uniter
derneği, 2018de Alman ordusunun oldukça gizli hareket eden özel Komando
Birliğinin (KSK) bir biriminde görevliyken, ilişkisi kesilen André
S. tarafından kuruldu. Hannibal koduyla hareket eden André S. aynı
zamanda ordunun gizli istihbaratı olan MADın (Alman Askeri
İstihbarat Servisi) ajanıydı. Aynı zamanda Anayasa Koruma Örgütünün
de bir ajanı Uniterin yönetiminde yer alıyordu.
Ölüm
listeleri de hazırlandı
Asker ve
polislerin yanında, olağanüstü durumlar için hazırlık yapan
kişiler olarak bilinen Prepperszenenin de üye olduğu bu çevrede
silah ve mühimmat deposu bulundu. Yeraltına inmek için güvenli evler
oluşturmuşlar. Politik karşıtların, özelikle de
solcuların, eleştirel gazetecilerin, mülteci
yardımcılarının isimlerinin olduğu ölüm listeleri
hazırladılar. Bu komplocuların ceset torbaları ve cesetleri
ortadan kaldıracak yakıcı maddeleri bile temin ettikleri ortaya
çıktı.
Soruşturma
aceleyle kapatıldı
Kreuznetzwork
üyeleri arasında, daha önce kendisini Suriyeli mülteci olarak
kaydettiren ve açık olarak Suriyeli mülteci maskesi ile saldırı
planı yaptığı ortaya çıkan Franko A. da bu Networkun
içindeydi. Alman hükümeti ve adalet makamları, polis ve ordunun içindeki
aşırı sağcı olayları, Nazilerde ortaya
çıkan polis envanterine ait silah ve mühimmatı ve ölüm listelerinin
varlığını devamlı olarak şansız, tekil
olaylar gibi göstermeye çalışıyorlar. Çok az olayda terörizm
gerekçesiyle soruşturma açıldı ama bunlar da alelacele
kapatıldı.
Eğer
bugüne kadar Kreuznetzwerk üyelerinden biri mahkeme sonucunda suçlu
bulunmuşsa da, bu en fazla ruhsatsız silah bulundurmaktan verilen hafif
cezadır. Burada net olarak ortaya çıkan şey; kafayı yiyen
bir kaç Rambonun kontrol dışına çıkmış
olması değildir. Bunun da ötesinde, gizli istihbaratın ve
askeriyenin bir kısmı tarafından öncüleri kontrol
edilen faşist gölge ordunun planlı kurulmuş olmasıdır.
Yeraltı
örgütleri varlığını sürdürüyor
Devlet
kurumlarından bir kısmıyla direkt ilişki de olan
Kreuznetzwerkin yanında, Hessende olduğu gibi NSU 2.0 olarak ortaya
çıkan faşist polis ağında görüldüğü gibi, NSU
tarzı militan Nazi yeraltı örgütleri varlıklarına devam
ediyor. Her ne kadar, daha çok müzik çevresinde aktif olan, uluslararası
hareket eden Nazi ağı Blood &Honour daha 2000lerde
yasaklanmış olsa da, bu yasak Blood & Honourun silahlı örgütü
olarak geçen Combat 18i -ki bu kodlanmış olan isim
aşağı yukarı Adolf Hitler savaş grubu gibi bir
manaya geliyor- kapsamıyor.
Combat
yasaklandı ama örgüte dokunulmadı
İlk
olarak Kasseldeki Lübcke cinayetinde, izler Combat 18i gösterince Alman
hükümetinin üzerinde, Nazi grublarına karşı mücadele etme
baskısı artı. Ama yine de Ocak 2020de Combat 18in
yasaklanması ancak içişler bakanlığının
yaptı uyarıdan sonra gerçekleşti. Böylece Nazilerin evlerine
yapılan polis baskınlarından önce, paralarını,
silahlarını ve propaganda materyallerini güvenli bir yere
taşıyacak aylar boyu zamanları oldu. Bununla da ortaya
çıktı ki devlet sadece Combat 18i yasaklamak istedi ama militan
Nazi yer altı örgütlerine ise dokunmak istemedi.
Sağ
temize çıkarılıyor, sol
şeytanlaştırılıyor
Egemenlerin
halen geçerli olan siyası parolası; gerçek düşman solda duruyor.
Alman hükümeti, Anayasa Koruma Örgütü memurları, devlete yakın
akademisyenler ve merkez medya bu teoriyi yayıyor, sağ ve solu
birbirine benzeyen ve bitmesi gerek iki aşırı grup olarak lanse
ediyor. Oysa burada söz konusu olan antifaşist ve antikapitalist solun
şeytanlaştırılması ve aynı zamanda faşist
sağın temize çıkarılması stratejisidir.
Çünkü tek
başına istatistikler başka bir hakikata işaret ediyor:
İçlerinde mülteciler, göçmenler, evsizler, engelliler, antifaşistler,
pankçılar ama aynı zamanda polisler ve CDUlu politikacı
Lübckenin de olduğu yaklaşık 200 insan, Almanyanın
1990daki birleşiminden bu yana Naziler ve ırkçılar
tarafından katledildi. Buna karşın sol tarafından sadece
1991de RAF tarafından öldürülen tek kişi Treuhandanstaltın
şefi Detlev Carsten Rohwedder oldu.
Ya tolere
ediliyor ya destekleniyor
Açık
olan şey şu ki; faşistler ya tolere ediliyor ya da devletin
bazı organlarının desteği ile hareket edebiliyorlar. Alman
hükümeti için faşist terör aynı zamanda, polis ve gizli
istihbaratı daha fazla güçlendirmek ve temel demokratik hakları
ortadan kaldırmak için bir perde görevi görüyor. Faşist sağla
mücadele için hiçbir koşulda devlete güvenmemeliyiz. Bundan da daha çok
sol partilerin, göçmen organizasyonların ve sendikaların da
katılımıyla, kendi antifaşist bireysel
savunmamızı örgütlemeliyiz. Bunun için Almanya genelinde
ırkçılığa karşı bir eylem ve iş bırakma
günü organize edebilir. Göçmen aktivistler 8 Mayısı -Faşizmden
kurtuluşun yıldönümünü- bu eylemin yapılacağı gün
olarak seçebilir.
Çeviri: Fehmi KATAR